Her insanın kalbinde derinlerde ve kalbini besleyen şey sevilmek değil midir?
Beklentilerin özü de aslında sevgidir. Sevdiğin için yaşarsın, sevdiğin için istersin, sevdiğin için zevk alırsın, sevdiğin için sevilmek istersin..
Gözünü açtığını düşündüğü günden beri babasına aşık yaşıyordu Zeynep. Babası, onun “sanki değil” zaten her şeyiydi! Dedesi, ninesi, annesi, kardeşleri de vardı elbette ama babası, sadece babası varmış gibiydi. Babası güldüğünde sadece yüzü değil, kalbi de gülüyordu Zeynep’in. Babasının üzüntüsünü en iyi kendisinin hissettiğin düşünüyordu. Üzülmesin, üzgün olmasın hep neşeli olsun diye dua ediyordu. Sert ve sinirli bir adamdı, belki de haklıydı, zordu belki küçük yaşta baba olmak! Fakat Zeynep, babası onu bir gün muhakkak sevecek diye geçirirdi hep küçük kalbinden. Tanrım! Babasının, onu sevmediğini düşünmesi ne ağır yük küçük kalbine, Ah Zeynep! Sevmiyor muydu onu babası!? Sevecekti, sevmeliydi!.
Zaman hakikaten su gibi akıp geçiyordu. Okullar, dersler, ergenlik derken genç bir kız olmuştu Zeynep. Fakat babası onu hala seviyor muydu, sevmiyor muydu bilmiyordu!?
– dedim ya hani; ketum bir adamdı, belki de belli etmiyordu. Kendince mücadele ediyordu Zeynep, yorulduğu zamanlar da olmuyor değil ve ağladığı zamanlarda..
Sahi bu kadar zor muydu, istenmeyen bir çocuk muydu dünya güzeli Zeynep!? Bu düşünceler belki de küçük kalbini çok yormuştu, hasarlanmıştı küçük yaşında, sevgi dolu hüzünlü yüreği..
Babasının kardeşlerini sevdiğini, onlara çok değer verdiğini görüyordu, çok üzülüyordu. Kardeşleri ile arasına duvarlar örülüyordu. Sevilmediğini hisseden Zeynep nasıl sevsin kardeşlerini, bilmiyordu ki sevmeyi, sevilmek için çaba sarf etmişti hep!. Zeynep günden güne daha da kendi içine çekiliyordu kimse anlamıyordu! – Ki zaten laf aramızda, hani değerli de değildi. “Değil miydi!?”
Sinirli, agresif, sevgisiz, hiperaktif ve tüm bunlara rağmen “güneş” gibi ışıl ışıl parlayan çok güzel bir kızdı. Kendisine bir çerçeve belirleyemiyor, herkes onu sevsin istiyordu. Kim başını okşasa, yüzüne kim gülse mutlu oluyordu. Nasıl bir “açlık” bu!?
Zeynep 30 yaşına gelmişti. Ailesi ile arasında buzdan duvarlar olan, onlarla mecbur kalmadıkça konuşmayan, fakat her şeye rağmen içinde kırmızı pabuçlarıyla oradan oraya zıplayan bir kız çocuğunu taşıyordu. Babası ile tartıştıkları, karşılıklı birbirlerinin kalplerini kırdıkları ve hatta birbirlerini sorguladıkları, eteklerindeki tüm taşları döktükleri bir kavganın üzerinden 2 gün geçmişti. Zeynep’in telefonuna bir mesaj geldi. – Babası; “seni çok çok seviyorum” yazmıştı. Zeynep mesajı okuyunca herkese göstermeye başladı, babam bana “seni seviyorum” dedi, diye haykırıyordu evin içinde. Bakın babam bana “seni çok çok seviyorum” dedi, diye bağırıyor ağlıyordu. “Seni seviyorum” cümlesini duymak için otuz yıl beklemişti, ne büyük bir sabır! Zeynep gerçekten sevildiğini hissetmek ve duymak için otuz yıl beklemişti! Hakikaten o kadar zor mudur sevmek, sevdiğini dile dökmek, belli etmek, gülmek mesela sevgi ile gülmek zor mudur?
Ayıp mı “seni seviyorum” demek, sevdiğini söylemek mi ayıp, sevdiğini söylememek mi?
Babalar, kızlarınıza lütfen otuz yıl beklemeden “seni seviyorum” deyin!
Babalar, kızlarınızı lütfen hakikaten çok sevin!
Babalar, kızlarınızın karnından önce kalbini doyurun yoksa ömürleri boyunca kaç yaşına gelirse gelsinler, karşılarına çıkan adama beni sev diye yalvaracaklar, baba şefkatiyle sevgi beklerken o yabancı erkek(ler) hiç acımadan kalplerini defalarca kırılacaklar ve gerçekten sevilmek ne demek, belki de hiçbir zaman hissedemeyecekler.
Babalar! Kızlarınızın Karnından Önce Kalbini Doyurun!..
iclal…
Kesinlikle